BUKALEMUN (1880-1884
arası öykülerinden)
Öncelikle biz Çehov'u neden seviyoruz? Ya da ben neden seviyorum?
İlk önce Çehov'un "reklamını" çok duyduğumuzdan
olabilir, zira edebiyat derslerinde, atölyelerinde vb. diğer yerlerde,
edebiyatla ilgili olan birinin hep kulağına fısıldandığı haliyle, söylenen, Çehov'un
usta bir öykücü olduğu, tarzı ile öyküde
bir çığır açtığı gibi şeylerdir. (Hatta klasiktir, edebiyatta Mopasan
(Maupassant) ve Çehov olmak üzere iki tip öykü vardır denilir.) Çehov'un çığır
açıcılığı tiyatro eserleri için de
söylenir...
Bu "ön yüklemeler" dışında, yıllar önce okuduğumda
Çehov'u gerçekten sevdim.
Kısa, çarpıcı, lafı
dolandırmadan yazması kadar gözlemlerinin keskinliği... bir öyküde sadece bir
şeyi net verişi; sapaklar olmayışı...
Önsözlerde derler ki
Rus insanını anlatır Çehov. Doğrudur. Bütün karakterlerin adı vardır,
meslekleri bellidir, devlet kurumları, günlük hayattaki diğer kurumlar;
çiftlikler, dükkanlar, istasyonlar... her şey Rustur, Rus halkındandır. Fakat bu
Rus öykülerinde genele teşmil olunan şeylerdir Türk ve dünya okurunu Çehovsever yapan.
Gelelim Bukalemun adlı öyküye.
Öykü, hemen bir "sahne"
ile açılıyor (Bu sahne deyimini uzun zamandır ben kendim kullanıyorum, bir
senaryo okurmuş gibi, kendi öykülerimi yazarken de, fakat başkaları da
kullanıyor olabilir) :
Bir polis komiseri ve arkasında bir polis memuru. Komiserin
elinde bir çıkın, memurun da eli dolu.
Neyle dolu? Hemen bilgilendiriyor bizi Çehov: Pazarda birisinin
sattığı frenk üzümlerine el konulmuş.
Şimdi yazarken aklıma geldi; polisin başka işi mi yokmuş
pazarcının mallarına el koymuş? Belki de o dönemde zabıta işini de polis
yapıyordu. Bu detay benim için neden önemli oldu; çünkü polisin gereksiz işlerle
uğraştığını, elini taşın altına koymayan bir yapısı olduğunu en baştan imlemiş
olabilir Çehov.
Sahne betimlemesi devam ediyor: Issızlık. Öyle ki
"Dilenciler bile yok." Sadece
3 cümle ile sahne (mekan) betimlenmiş.
Issızlık sesle bozuluyor: Bir bağırtı. Şimdi incelerken film
gibi düşünüyorum bu kurguyu. Zaten karşılaştırdığım iki çeviride de geniş zaman kullanılmış, birinde geniş
zaman kipi ( yapar,eder, görürü,duyar...) diğerinde de - mektedir yapısı. Çehov, bir sahneler bütünü olarak yazmış bu
öyküsünü.
Öyküyü biliyoruz. Anlatmama gerek yok. Çehov, komiser tiplemesiyle (bu bir tiptir
bence), durumlara kendi çıkarlarına göre cevap veren, yanardöner insanları
anlatıyor.
Biz, sıradan (ve erdemli olduğumuzu düşünen) okur, böyle tipleri sevmeyiz. Hakkaniyetle
değil de kişisel çıkarlara göre iş yapmayı, karar vermeyi ahlaksızlık olarak
görürüz. Öyküden, bunu düşünerek,
Komiser Oçumelov'dan[1] hoşlanmayarak, onun gibileri kınayarak, ama
yapılan haksızlığı da bu dünya işte böyle der gibi sanki biraz kabullenerek
ayrılırız.
Fakat dikkatimi sonradan yönelttiğim şey, Çehov bunları
yazarken Oçumelov ve diğer memuru karalayan, kötüleyen kelimeler kullanmış mı?
Hayır.[2] Ama Oçumelov'un efe efe konuşmalarından,
sırtındaki kaputu giyip çıkarmasından (hatta başkasına giydirtip
çıkarttırmasından), önce ak dediğine sonra kara demesinden... onun bu yanardöner karakteristik özelliğini
çıkarıyoruz.
Diğer karakterler
yardımcı karakterler. Oçumelov'u ortaya çıkaracak kadar varlar. Zaten öykünün adı Bukalemun da tek bir
kişiyi, o tipi ima ediyor.
Öykünün tuzu gibidir
denen tasvirlere yani betimlemelere topluca bir göz atalım:
1. Olayın geçtiği mekan; meydan. Kısaca ama yeterli.
2. Köpeği kovalayan adam; kuyumcu Hriukin. Basma gömlekli.
İleriki sayfalarda azar azar, yeri geldikçe betimlenecek; yarı sarhoş surat,
kanlı parmak vb.
3. Polis memuru: Sadece kızıl saçlı. Adı bile çok sonra
verilecek. Bu kadar.
4. Köpeğin tasviri: Önce sadece "üç ayağı üzerinde
sıçrayıp kaçan bir köpek" Sonraki satırlarda birkaç karakteristik özellik
eklenecek: tazı yavrusu ve benekli, beyaz vs. olduğu...
Çehov, bizi, bir köpeğin, bir Hriukin'in masum olabileceğine
inandırıyor: " Hayvancağızın gözlerinde korku okunmaktadır" ve "yarı
sarhoş suratlı Hrikuin" derken Hrikuin'den zavallı bir yavru köpeğe eziyet
ettiği ve karşılığında hayvanın onu ısırdığından şüphenelebiliyoruz...
Biraz daha başa dönersek;
Kuyumcu derdini anlatır, elleriyle zanaatını işlediği için
köpeği başıboş bırakan sahibinin bulunması ve cezalandırılmasını ister. Komiser
bu şikayeti makul bulur ve bu olayın üzerine gideceğini söyler. Makamının verdiği güveni,
"abartılı" sözlerinden görebiliriz:
"Köpekleri başıboş sokaklara salmanın ne demek olduğunu
göstereceğim! ... Ben o alçağa ceza keseyim de..."
Fakat köpeğin sahibinin bir general olması ihtimali ortaya
çıkınca çark eder. (Belki de ilk başta yapması gereken) sorgulama ve incelemeyi
yapar: Şikayetçi olana döner ve bu kez onu haksız çıkaracak deliller aramaya
başlar. Memur da kuyumcu aleyhine konuşur. (Amirine yalakalık eden ast tipi)
Kuyumcu da boş durmaz, kendini savunur, hatta kardeşim
jandarma diyerek kendince göz dağı verir, komisere iltifat etmeyi de
unutmayarak (komiser akıllı adamdır, doğruyu bulur der...)
.......
Dikkat edince, bu kısa - 5 sayfalık- öyküyü anlatmak isterken
daha çok yazdım (daha da yazıyordum)
Çehov'un ya da iyi bir öykünün güzelliği sanırım burada.
ELÇİ
İlk cümle bir konuşma cümlesi:
- Şişşşşt... Kapıcının odasına gidelim, burada olmaz. Duyar
bakarsınız.
Merak uyandırıcı bir giriş: Kim konuşuyor, kimlere
konuşuyor, kimin duymasından çekiniliyor?...
Sade tasvirler var yine. Sahnenin (olayın) geçtiği yer - kapıcı odası, devlet
dairesi, iki cümlelik iş...
Konuşan, kazan kaldıran memurlar... Birbirlerini gaza
getiriyorlar, insanın toplulukken içine girdiği doğal ruh hali:)
Evrensel bir tema yine bu yönüyle. Nasreddin Hoca ve Filler
öyküsünü aklıma getirdi hemen.
Çehov, öyküyü alınacak bir dersi yazarak sonlandırmış,
nasihat eder gibi. bu bakımdan biraz mesel gibi olmuş.1883 tarihli, ilk öykülerinden.
Öykü içinde kazan kaldıran memurların kendini üstün görme,
kibir gibi özellikleri, Rusya'nın bir polis-asilzade- itibarlılar devleti
olduğu, sınıf sistemi... Hemen her öyküsünde var bunlar...
Çehov'un lafı dolandırmayışı, sahneleyişi, olaya pat diye
bir yerden girişi, karakterlerin bir yönleriyle ortaya çıkışları -
insanoğlundaki zaaflar mı demeli?- yine aynı.
Ben Bukalemun'u Elçi'ye göre daha sevdim, başarılı buldum
sanki.
Bir de ilerleyen yıllardaki öykülerine bakınca döneriz buraya. Yani Çehov'un öykücülüğündeki gelişme-değişmeler açısından.
Bukalemun hakkında :
YanıtlaSilOçumelov ve diğer memuru karalayan, kötüleyen kelimeler kullanmış mı?
Çehov'un bu soruyu belki de bilinçli olarak ucu açık bıraktığını düşünüyorum. Çünkü bu durum anlatıcının tarafsız olmadığını okuyucuya yansıttığı gibi. bazı okurlar için de rahatsız edici bir tutum olarak görülebilir.
Elçi hakkında :
Açıkçası ben de bukalemun öyküsünü daha çok sevdim. Yazım tarzının aynı olduğunu var sayarsak, sanırım öyküde verilen mesaj nedeniyle birini diğerinden daha çok sevebiliyoruz.
Güzel bir inceleme yazısı olmuş tebrik ederim.
Elinize sağlık, çok güzel bir yorum olmuş. Okurken fark etmediğim bir çok şeyi sayenizde fark ettim. Bu çalışmanın hepimize yararlı olacağına duyduğum inanç biraz daha kuvvetlendi. Yorumu okurken Oçumerov bana Murtaza'yı çağrıştırdı. Niye düşündüm bulamadım.
YanıtlaSil