15 Haziran 2017 Perşembe

Anton Çehov, Bukalemun ve Elçi




                        BUKALEMUN (1880-1884 arası öykülerinden)

Öncelikle biz Çehov'u neden seviyoruz? Ya da ben neden seviyorum?

İlk önce Çehov'un "reklamını" çok duyduğumuzdan olabilir, zira edebiyat derslerinde, atölyelerinde vb. diğer yerlerde, edebiyatla ilgili olan birinin hep kulağına fısıldandığı haliyle, söylenen, Çehov'un usta bir öykücü olduğu, tarzı ile öyküde bir çığır açtığı gibi şeylerdir. (Hatta klasiktir, edebiyatta Mopasan (Maupassant) ve Çehov olmak üzere iki tip öykü vardır denilir.) Çehov'un çığır açıcılığı tiyatro eserleri için de söylenir...

Bu "ön yüklemeler" dışında, yıllar önce okuduğumda Çehov'u gerçekten sevdim.

Kısa, çarpıcı, lafı dolandırmadan yazması kadar gözlemlerinin keskinliği... bir öyküde sadece bir şeyi net verişi; sapaklar olmayışı...


Önsözlerde derler ki Rus insanını anlatır Çehov. Doğrudur. Bütün karakterlerin adı vardır, meslekleri bellidir, devlet kurumları, günlük hayattaki diğer kurumlar; çiftlikler, dükkanlar, istasyonlar... her şey Rustur, Rus halkındandır. Fakat bu Rus öykülerinde genele teşmil olunan şeylerdir Türk ve dünya okurunu Çehovsever yapan.

Gelelim Bukalemun adlı öyküye.

Öykü, hemen bir "sahne" ile açılıyor (Bu sahne deyimini uzun zamandır ben kendim kullanıyorum, bir senaryo okurmuş gibi, kendi öykülerimi yazarken de, fakat başkaları da kullanıyor olabilir) :

Bir polis komiseri ve arkasında bir polis memuru. Komiserin elinde bir çıkın, memurun da eli dolu.

Neyle dolu? Hemen bilgilendiriyor bizi Çehov: Pazarda birisinin sattığı frenk üzümlerine el konulmuş.

Şimdi yazarken aklıma geldi; polisin başka işi mi yokmuş pazarcının mallarına el koymuş? Belki de o dönemde zabıta işini de polis yapıyordu. Bu detay benim için neden önemli oldu; çünkü polisin gereksiz işlerle uğraştığını, elini taşın altına koymayan bir yapısı olduğunu en baştan imlemiş olabilir Çehov.

Sahne betimlemesi devam ediyor: Issızlık. Öyle ki "Dilenciler bile yok." Sadece 3 cümle ile sahne (mekan) betimlenmiş.

Issızlık sesle bozuluyor: Bir bağırtı. Şimdi incelerken film gibi düşünüyorum bu kurguyu. Zaten karşılaştırdığım iki çeviride de geniş zaman kullanılmış, birinde geniş zaman kipi ( yapar,eder, görürü,duyar...) diğerinde de - mektedir yapısı.  Çehov, bir sahneler bütünü olarak yazmış bu öyküsünü.

Öyküyü biliyoruz. Anlatmama gerek yok. Çehov, komiser tiplemesiyle (bu bir tiptir bence), durumlara kendi çıkarlarına göre cevap veren, yanardöner insanları anlatıyor.

Biz, sıradan (ve erdemli olduğumuzu düşünen) okur, böyle tipleri sevmeyiz. Hakkaniyetle değil de kişisel çıkarlara göre iş yapmayı, karar vermeyi ahlaksızlık olarak görürüz.  Öyküden, bunu düşünerek, Komiser Oçumelov'dan[1] hoşlanmayarak, onun gibileri kınayarak, ama yapılan haksızlığı da bu dünya işte böyle der gibi sanki biraz kabullenerek ayrılırız.

Fakat dikkatimi sonradan yönelttiğim şey, Çehov bunları yazarken Oçumelov ve diğer memuru karalayan, kötüleyen kelimeler kullanmış mı?

Hayır.[2]  Ama Oçumelov'un efe efe konuşmalarından, sırtındaki kaputu giyip çıkarmasından (hatta başkasına giydirtip çıkarttırmasından), önce ak dediğine sonra kara demesinden... onun bu  yanardöner karakteristik özelliğini çıkarıyoruz.

Diğer karakterler yardımcı karakterler. Oçumelov'u ortaya çıkaracak kadar varlar. Zaten öykünün adı Bukalemun da tek bir kişiyi, o tipi ima ediyor.

Öykünün tuzu gibidir denen tasvirlere yani betimlemelere topluca bir göz atalım:

1. Olayın geçtiği mekan; meydan. Kısaca ama yeterli.

2. Köpeği kovalayan adam; kuyumcu Hriukin. Basma gömlekli. İleriki sayfalarda azar azar, yeri geldikçe betimlenecek; yarı sarhoş surat, kanlı parmak vb.

3. Polis memuru: Sadece kızıl saçlı. Adı bile çok sonra verilecek. Bu kadar.

4. Köpeğin tasviri: Önce sadece "üç ayağı üzerinde sıçrayıp kaçan bir köpek" Sonraki satırlarda birkaç karakteristik özellik eklenecek: tazı yavrusu ve benekli, beyaz vs. olduğu...

Çehov, bizi, bir köpeğin, bir Hriukin'in masum olabileceğine inandırıyor: " Hayvancağızın gözlerinde korku okunmaktadır" ve "yarı sarhoş suratlı Hrikuin" derken Hrikuin'den zavallı bir yavru köpeğe eziyet ettiği ve karşılığında hayvanın onu ısırdığından şüphenelebiliyoruz...

Biraz daha başa dönersek;

Kuyumcu derdini anlatır, elleriyle zanaatını işlediği için köpeği başıboş bırakan sahibinin bulunması ve cezalandırılmasını ister. Komiser bu şikayeti makul bulur ve bu olayın üzerine gideceğini söyler. Makamının verdiği güveni, "abartılı" sözlerinden görebiliriz:

"Köpekleri başıboş sokaklara salmanın ne demek olduğunu göstereceğim! ... Ben o alçağa ceza keseyim de..."

Fakat köpeğin sahibinin bir general olması ihtimali ortaya çıkınca çark eder. (Belki de ilk başta yapması gereken) sorgulama ve incelemeyi yapar: Şikayetçi olana döner ve bu kez onu haksız çıkaracak deliller aramaya başlar. Memur da kuyumcu aleyhine konuşur. (Amirine yalakalık eden ast tipi)

Kuyumcu da boş durmaz, kendini savunur, hatta kardeşim jandarma diyerek kendince göz dağı verir, komisere iltifat etmeyi de unutmayarak (komiser akıllı adamdır, doğruyu bulur der...)


.......
Dikkat edince, bu kısa - 5 sayfalık- öyküyü anlatmak isterken daha çok yazdım (daha da yazıyordum)

Çehov'un ya da iyi bir öykünün güzelliği sanırım burada.

                                                           ELÇİ

İlk cümle bir konuşma cümlesi:

- Şişşşşt... Kapıcının odasına gidelim, burada olmaz. Duyar bakarsınız.

Merak uyandırıcı bir giriş: Kim konuşuyor, kimlere konuşuyor, kimin duymasından çekiniliyor?...

Sade tasvirler var yine. Sahnenin (olayın)  geçtiği yer - kapıcı odası, devlet dairesi,  iki cümlelik iş...

Konuşan, kazan kaldıran memurlar... Birbirlerini gaza getiriyorlar, insanın toplulukken içine girdiği doğal ruh hali:)

Evrensel bir tema yine bu yönüyle. Nasreddin Hoca ve Filler öyküsünü aklıma getirdi hemen.

Çehov, öyküyü alınacak bir dersi yazarak sonlandırmış, nasihat eder gibi. bu bakımdan biraz mesel gibi olmuş.1883 tarihli, ilk öykülerinden. 

Öykü içinde kazan kaldıran memurların kendini üstün görme, kibir gibi özellikleri, Rusya'nın bir polis-asilzade- itibarlılar devleti olduğu, sınıf sistemi... Hemen her öyküsünde var bunlar...

Çehov'un lafı dolandırmayışı, sahneleyişi, olaya pat diye bir yerden girişi, karakterlerin bir yönleriyle ortaya çıkışları - insanoğlundaki zaaflar mı demeli?- yine aynı.

Ben Bukalemun'u Elçi'ye göre daha sevdim, başarılı buldum sanki.

Bir de ilerleyen yıllardaki öykülerine bakınca döneriz buraya. Yani Çehov'un öykücülüğündeki gelişme-değişmeler açısından.







 10 Haziran 2017.






[1] Bendeki çevirede Oçumelov'un anlamı şaşkıngiller olarak verilmiş. Bu soyadının seçimi de aslında Çehov'un duruşunu gösteriyor gibi. Ya da okuru yönlendiriyor?
[2] Bakınız üstteki dipnot:)

2 yorum:

  1. Bukalemun hakkında :
    Oçumelov ve diğer memuru karalayan, kötüleyen kelimeler kullanmış mı?
    Çehov'un bu soruyu belki de bilinçli olarak ucu açık bıraktığını düşünüyorum. Çünkü bu durum anlatıcının tarafsız olmadığını okuyucuya yansıttığı gibi. bazı okurlar için de rahatsız edici bir tutum olarak görülebilir.

    Elçi hakkında :
    Açıkçası ben de bukalemun öyküsünü daha çok sevdim. Yazım tarzının aynı olduğunu var sayarsak, sanırım öyküde verilen mesaj nedeniyle birini diğerinden daha çok sevebiliyoruz.

    Güzel bir inceleme yazısı olmuş tebrik ederim.

    YanıtlaSil
  2. Elinize sağlık, çok güzel bir yorum olmuş. Okurken fark etmediğim bir çok şeyi sayenizde fark ettim. Bu çalışmanın hepimize yararlı olacağına duyduğum inanç biraz daha kuvvetlendi. Yorumu okurken Oçumerov bana Murtaza'yı çağrıştırdı. Niye düşündüm bulamadım.

    YanıtlaSil

Çehov: Elçi ve Bukalemun öyküleri üzerine notlar.

Çehov'dan ilk okuduğum öyküler hangileriydi, ne zamandı kesin olarak hatırlamıyorum, tek hatırladığım çok uzun süre önce olduğu: kendi ö...