23 Haziran 2017 Cuma

Çehov: Elçi ve Bukalemun öyküleri üzerine notlar.

Çehov'dan ilk okuduğum öyküler hangileriydi, ne zamandı kesin olarak hatırlamıyorum, tek hatırladığım çok uzun süre önce olduğu: kendi öykülerimi yazmayı başarmadan çok daha önce. Açıkçası sarmamıştı. "Bu muymuş Çehov dedikleri" diye düşünmüştüm. Bu yaz Çehov'un öykülerini inceleyelim diye bir teklifi ortaya atınca Enis Diker, hadi dedim, bir şans daha vereyim, belki düşüncelerim değişir, belki sevmeye başlarım, gözümden kaçan ustalıkları fark ederim, ve mutlaka öykülerime bir şeyler katar.

Elçi'yi alıcı gözüyle okumam böyle oldu. Kısacık öyküyü bir çırpıda okudum. İlk gözüme çarpan özellik, işlenen konunun evrenselliği oldu: 1883'te yazılmış ve Rusya'da geçiyor, fakat herhangi başka bir zaman diliminde ve coğrafyada da okunabilecek ve "hayat, insanlar tam da böyle" dedirtecek bir öykü olması dikkatimi çekti. Zalim bir müdür, müdürün yokluğunda onun hakkında atıp tutan ve orada serbest bırakılan ortak öfkeden coşan memurlar, bu coşkunun neticesinde müdüre haddini bildirmek üzere seçilmiş bir kurban ve kaçınılmaz son: kabağın, elçi-kurbanın başına patlaması. Öykü bundan ibaret.

İlk okuduğumda bana, çeviri dahi olsa, edebiyat tadı veren bir paragrafı da not almıştım: Dezdemonov'un arkadaşlarının dolduruşuna geldikten sonra, müdürün karşısında cesaretinin ağır ağır sönmesini betimleyen paragraf:

" Dezdemonov öne bir adım attı, ağzını açtı, dilini oynattı, gel gelelim sesi çıkmıyordu. Ağzına bir şeyler olmuştu sanki. Aynı anda, yalnız ağzına değil, içinde bir şeylerin olduğunu hissetmişti elçi...Cesareti ruhundan karnına geçmiş, orayı kazımış, sonra topuklara inmiş, çizmelerine saplanmıştı...Oysa delik deşikti çizmelerinin altı... Felâket!"

Elçi ile ilgili gözüme çarpan son ayrıntı, teknik bir ayrıntı: elçinin 25 Ruble'sine mal olan bu macerada, 25 Ruble'nin alım gücünü bilemeyecek insanların düşünülüp - başka bir zaman dilimi, başka bir coğrafya? - metnin bir yerine bunun bir ev kirasına denk geldiği bilgisinin sıkıştırılması.

Bukalemun öyküsü için fazla ayrıntıya girmeyeceğim, Elçi'deki gibi evrensel bir temaya tekrar rastlamak - adaletin her zaman güçlüden yana olduğu gerçeği - Çehov'un bunu bilinçli olarak yazdığını düşündürdü. Diğer öyküleri okurken de bunu kollayacağım.

Şimdi bu yazıyı yazarken düşündüm, acaba Elçi'de bir yaşanmışlık mı var diye. "Uzun tartışmalardan sonra en zeki, konuşmasını en iyi bilen, en yürekli olduğuna karar verilip, Dezdemonov seçilmişti. Kitaplığa üyeydi, yazısı güzeldi, okumuş kızlarla arkadaşlık ediyordu, öyleyse zekiydi. Ne söyleyeceğini, nasıl söyleyeceğini bilirdi." Dezdemonov'un arkasındaki Çehov'un kendisi olabilir mi acaba?

18 Haziran 2017 Pazar

İlk iki öykü

Çehov, okuduğumuz her iki hikayede de bolca diyalog kullanıyor. Çevre tasviri yok denecek kadar az.

İlk hikayede görebildiğim insanın üç hâlini diyaloglar üzerinden anlatıyor: Öfke, terredüt, korku. Diyaloglarda bu üç hali okuyucunun gözünde canlandırıyor. Tasvir yok demiştim, ama konuşanların nasıl konuştuğunu kısa cümlelerle anlatıyor: ”Birbirinin sözünü kesiyor, bağırıp çağırıyor, küfür bile ediyor”

İlk hikaye basitçe ikiye ayrılabilir : Bir durum ve bu durumdan çıkan bir olay.

Etik olarak her iki hikayede de çağdan, çağın özgürlük, eşitlik çağı olduğundan bahsediliyor. Mazlumlar, memurlar ve elini köpek ısıran adam, haklarını çağın değerlerini hatırlatarak istiyorlar. Böyle bir gerekçeleme yapıyorlar.

İkinci öyküde de bir durum ve o durum üzerinden gerçekleşen bir olay var: Çakırkeyif kuyumcu ustası Hryukin’in elini köpeğin ısırması, olay ise Oçumelov’un kime ceza verilmesi konusunda yaşadığı tereddüt. Olayımız/hikayemiz köpeğin kime ait olduğuna dair yaşanan tereddüt esnasında köpeğin mi kuyumcu ustasının mı cezalandırılması gerektiği hususunun devamlı değişmesi. Çehov hikayede adaletin kaypak, nüfuzlu kimseleri koruyan yönünü anlatırken gerçekçi yönüyle bizi yakalamakta. Evet, gerçek hayatta da genelde böyle olur deriz. Burada bu geçişler köpeğin sahibi üzerinde yaşanan tereddüt ve devamlı fikir değiştirme ile veriliri. Bizi şaşırtan tereddüt esnasında yaşanan umursamazlık ve keyfilik ile şaşırtır. Kimin haklı olduğu defalarca yer değişir ama bundan sıkılmayız. Bir tenis maçı izler gibi izleriz kimin haklı çıkacağını. Garip olan hikayedeki hiç kimse bunu garipsemez, sorgulamaz, buna şaşırmaz. Çehov sanırım bu umursamazlık üzerinden bir hikayeyi kurup, ayakta tutup şaşırtmakta; kimin, nasıl cezalandırlacağı sorusuyla meraklandırma. Hikayeyi bu merak üzerinden okuruz bir yerde.


Çehov’un bir inandırıcılık derdi var sanırım. Bunun için ideali arada bir hatırlatıp sonra gerçek hayatta ne olura dönüyor. Bu onu gerçekçi yazarlardan sayar mı? Henüz söylemek için erken. Mizahı bir yanı da var fakat bu sonraki incelemelere kalsın.

16 Haziran 2017 Cuma

Bukalemun ve Elçi öykü inceleme

Genellikle eserin kendisinden çok, eser sahibini tanımayı ve anlamayı daha ön planda tutmuşumdur. Bu yüzden örnek olarak üzerinde çalıştığımız kitabı şimdilik bir kenara bırakarak Anton Çehov hakkında bir kaç genel bilgiden söz etmek istiyorum.

Çehov, öyle çokta uzun bir ömür geçirmemiş yazarlardan biridir. Bu yüzden günümüzde popülerliği hala devam eden eserleri 44 yıllık bir yaşam sürecinde yazmıştır. Tabi bu 44 yıllık yaşamın kafadan 14 yılını çocukluk dönemi olarak düşersek, geriye sadece 30 yıl gibi bir dönem kalıyor. Peki Anton'u bu kadar özel kılan neydi de, eşsiz hikayeler yazma sanatının ustalarından biri haline gelmişti? 

Çehov 1860 yılında 4 çocuklu bir ailenin ortanca çocuklarından biri olarak dünyaya geldi. Tarih sizlere bir şeyler hatırlattı mı bilmem ama Darwin'in Doğal Seçilim kitabı da 1859 yılında yayınlanmıştı. Yani bu tarihten Karl Max, Darwin ve Lenin dönemi olduğunu anlayabilirsiniz. 

Babasının mesleği bakkal olan Çehov, ilk mesleğine babasının yanında çıraklık ederek başladı. (İnsanlar ile iletişimde bulunabileceği, dönemine göre iyi bir meslek olduğunu düşünüyorum)

İlk hikayelerini lise yıllarında yazdı. (Kılıflı adam, Edebiyat Öğretmeni)
Çehov üniversite yıllarında, dönemin yerel dergi ve gazetelerinde bir çok hikaye ve yazılar paylaştı. Üniversiteyi bitirdikten sonra ise ilk kitabını çıkarmıştır. (Melborne'nin Masalları) Asıl mesleği doktorluk olması ilgimi çeken diğer bir husus olmuştur. Edindiği mesleki tecrübeleri ve yaşadığı olayları, hikaye niteliğinde aktardığını tahmin ediyorum ki, o dönemde yazmış olduğu ''Kaçak'' ve ''Cansız ceset'' gibi hikayeleri görünce bu öngörümde yanılmadığımı anladım. 

Çehov'un politik bir görüşü olmadığı gibi kendi halinde etliğe sütlüğe pek karışmayan biri olduğunu da söyleyebiliriz. Ayrıca 1886-1887 yıllarının özel olduğunu düşünüyorum. Çünkü her iki yılda da Çehov bir kitap çıkarmıştır. Dolayısıyla o dönemin Çehov'un en verimli ve üretken olduğu dönem olduğunu da söyleyebiliriz. Lev Tolstoy ve Maksim Gorki ikilisi ile yakın arkadaşlık ettiği söyleniyor. Bunu aslında anlayabiliyorum. Çünkü müzisyenler diğer müzisyenleri tanır, ressamlar diğer ressamları. Bir kaç farklı yazar ile, iyi arkadaşlık ilişkisi içinde olması bu yüzden çok normal. Faka bu arkadaşlığın ortaya çıkan eserlerde de görülebileceği kanaatindeyim. Çünkü birbirleri ile fikir alış verişi içinde olduklarını düşünürsek, birbirlerini etkilemeleri ve birbirlerinden esinlenmeleri çok olağan bir durumdur.

Yazar hakkında az da olsa bilgi edindiğimize göre artık öykülerimize geçebiliriz. Çehov'un ''Köpeğiyle dolaşan kadın'' adlı kitabından ilk olarak seçmiş olduğumuz Elçi ve Bukalemun öykülerini inceleyeceğiz.

1. Öykü değerlendirmesi : 

Öykü adı : Elçi

Yazar : Anton Çehov 


Çehov'un bu öyküsünde özellikle bir şey dikkatimi çekti. Hikayelerde genellikle şöyle bir başlangıçlara rastlarız : Bir zamanlar.. 
Bu bir ön hazırlık aşaması aslında. 

Ancak Çehov bunun tam tersine hikayeye bodoslama dalarak girmiş. (Şişşt... Kapıcının odasına gidelim burada olmaz..)

Kapıcı kim, olmayan ne? 
Dolayısıyla merak uyandırıcı bir giriş ile okuyucunun ilgisini çekmeyi daha ilk satırda başarıyor. 

Sonrasında ise karakterleri oyuna sürüyor. 

Ancak karakterlerin kendi aralarında konuşmaları, duygu ve düşüncelerini yeterince yansıtmadığından, Anton bir anlatıcı olarak devreye giriyor ve olayların gelişim süreci ile ilgili bize bilgiler veriyor. Bunu sadece bilgi vermek olarak görmüyorum elbette. Hikayenin sağlam temeller üzerine oturmasında da önemli bir katkısı var bu durumun. 

Dolayısıyla karakterlerin kendi aralarında konuşmalarından sonra, her seferinde Anton devreye tekrar giriyor. Hikaye yazanlar için kritik bir önem taşıdığını düşünüyorum bu detayın. 

Onun dışında Anton'un kendine has bir betimleme yeteneği hikayemizde göze çarpıyor. Örneğin sayfa 3 ün son paragrafındaki şu bölüm : Dezdemonov saçlarını taradı, yeleğini düzeltti, eliyle ağzını kapayarak öksürdükten sonra yürüdü. O anda karakterin gerçek bir karakter olduğu hissi adeta zirve yapıyor. Çünkü bu eylem böyle durumlarda çoğumuzun yaptığı bir eylemdir. 

Diğer bir örnek ise, ilk sayfadaki şu sözlerdir : Öfkeden kıpkırmızı olmuş, yüzlerde kaslar geriliyor, göğüslere yumruklar inip kalkıyordu.. Kıpkırmızı olmuş ve sinirden gerilmiş yüz kaslarının, iyi betimleme örnekleri olduğu gibi, hikayeyi aslında hikaye yapan ince detaylar olduğunu da fark ediyoruz.   

Genel olarak hikayeye baktığınızda o kadar sıradan bir olay anlatılmış ki, ancak anlatıcı ve karakterlerin mükemmel betimlenmesi ile kafamızda adeta bir film sahnesini canlandırmayı başarıyor.


2. Öykü değerlendirmesi : 

Öykü adı : Bukalemun 

Yazar : Anton Çehov 

Hikayelerde zaman ve mekan kavramı yaratmak her zaman sancılı ve zordur. Fakat bukalemun öyküsünün ilk sayfasında bu durumun nasıl bir ustalıkla icra edildiğini anlıyoruz. (Bir pazar günü ve bir pazar yeri.) Hikayeye eklenen küçük bir detay o anda renk katmayı başarıyor (Köpek). 

Köpeğin içinde bulunduğu durumdan habersiz olması ve çevresindeki insanların sürekli değişen tutumu öykümüzde dikkat çekiyor. Çünkü köpeğin sahipli ve bu sahibin general ya da generalin kardeşi olduğu tartışılıyor. Diğer bir tartışma konusu ise, köpeğin bir sokak köpeği olması. 

Fakat insanların, asıl ve gerçek olana değil de, rütbelere ve ünvanlara saygı gösterdiğini anlıyoruz. Oysa doğan her canlının yaşama hakkı olduğunu, sahiplerine değil de, köpeğin kendisine saygı göstermemiz gerektiğini vurguluyor. 

Köpek yerine kavgaya karışan bir insan olduğunu düşünürsek, durum yine aynı olacaktır. Çünkü kavgaya karışan çocuğun, çok önemli birinin oğlu olması halinde, göstermiş olduğumuz yargılama ve uyguladığımız hukuk tamamen değişecektir. Hatta bu durumun günümüz örnekleri bile vardır. Saygıdeğer kimselerin damatları ve oğulları yargılanmazken, sıradan insanların bir suçlu gibi görülüp yargılandığına şahit oluyoruz.

Aslında tamamen aynı hikayedir bu. 

Bir şeyleri sürekli kendi çıkarlarımız doğrultusunda değerlendirip kararlar veriyoruz. Bu kararlar her zaman doğru olmadığı gibi, masumların da ağır bedeller ödemek zorunda kaldığı kararlar oluyor. 

15 Haziran 2017 Perşembe

Anton Çehov, Bukalemun ve Elçi




                        BUKALEMUN (1880-1884 arası öykülerinden)

Öncelikle biz Çehov'u neden seviyoruz? Ya da ben neden seviyorum?

İlk önce Çehov'un "reklamını" çok duyduğumuzdan olabilir, zira edebiyat derslerinde, atölyelerinde vb. diğer yerlerde, edebiyatla ilgili olan birinin hep kulağına fısıldandığı haliyle, söylenen, Çehov'un usta bir öykücü olduğu, tarzı ile öyküde bir çığır açtığı gibi şeylerdir. (Hatta klasiktir, edebiyatta Mopasan (Maupassant) ve Çehov olmak üzere iki tip öykü vardır denilir.) Çehov'un çığır açıcılığı tiyatro eserleri için de söylenir...

Bu "ön yüklemeler" dışında, yıllar önce okuduğumda Çehov'u gerçekten sevdim.

Kısa, çarpıcı, lafı dolandırmadan yazması kadar gözlemlerinin keskinliği... bir öyküde sadece bir şeyi net verişi; sapaklar olmayışı...

14 Haziran 2017 Çarşamba

Elçi, Bukalemun

Herkese merhaba,

Çehov'un toplu öykülerinin bulunduğu Köpeğiyle Dolaşan Kadın'daki ilk iki öyküyü (Elçi ve Bukalemun) okudum hemen. Bana göre, itibarımızla menfaatlerimiz arasında seçim yapmak zorunda kaldığımızda menfaati seçiyor olmamızın temelinde yatan korku hayatta kalma korkusu, belaya bulaşmama isteği. Çehov bu iki öyküsünde benzer korkuları işlemiş. Peki ya işin içinde menfaatimizi tehlikeye atacak bir durum yoksa eğer ve yine de bir yanlışa karşı çıkış yapmaya niyetliysek/zorundaysak, fakat buna cesaret edemiyorsak? İşte o zaman bizi durduran korku neyin korkusu, diye merak ediyorum. Rekabete girmekten, kavga etmekten mi, yenilmekten mi korkuyoruz? Aslına bakarsanız kıssadan hisse çıkaran öyküleri, hiciv sanatını çok sevmiyorum. İlerleyen öykülerde Çehov'un da bundan vazgeçeceğini düşünüyorum. Öykü tekniği açısından, Çehov'un okuru ansızın olayın içine atan ve hızla geri çeken anlatımını seviyorum. Elçi ve Bukalemun da öyleydi. Gelecek iki öyküde görüşmek dileğiyle.



Çehov: Elçi ve Bukalemun öyküleri üzerine notlar.

Çehov'dan ilk okuduğum öyküler hangileriydi, ne zamandı kesin olarak hatırlamıyorum, tek hatırladığım çok uzun süre önce olduğu: kendi ö...